Aşk Yalnızlığı (ROMAN)



Bu blog, yazar Adem Özbay'ın 'Aşka Gittim Dönmeyeceğim' serisinin 2. kitabı olan 'AŞK YALNIZLIĞI' romanının tamamını içermektedir.
Kitap 29 mektuptan oluşmaktadır, sıralaması 1den 29a doğrudur.
Aynı zamanda isterseniz kitabın tamamını PDF olarak buradan indirip, okuyabilirsiniz..

http://www.gencgelisim.com/v2/askyalnizligi.html

İyi okumalar...



Not: Serinin 1. kitabını da "askagittim"  blog adresinden okuyabilirsiniz.

14 Şubat





Biliyorum biliyorum son mektubunu yazmıştım. Ama mektuplarımın doğum gününü boş geçmek istemedim.
Adresini kaybetmiş mektuplar olarak başlamıştım sana yazmaya. Kararımı değiştirdim. Bu mektupların adresi var. Bu satırların her harfi sana yazıldı. Bu mektuplar senin. Bu gün bu mektubu da bitirdikten sonra hepsini kargoya vereceğim ve sahibini bulacaklar.
Söylemek istediğim son bir kaç satır daha var.
Sen benim papatya bahçem oldun. Senin göğsüne yaslandığımda, gözlerimi kapattığımda ilk kez papatyaların sesini duydum.
Onlar gülümsüyorlardı.
Hayatın ne kadar güzel, ne kadar yaşanası, ne kadar sevmeye değer olduğunu söylüyorlardı bana. 






29. Mektup

Bitti.

15 Ocak



Galiba son geldik. Belki de bu son mektubun olacak sana. Ve bana. Sen kadar kendime yazdığımı yeni anladım. Koca bir yıl geçtikten sonra. İlk mektubun tarihine baktım şimdi: 14 Şubat.
Sevgili olmadan da kutlanabileceğini öğrendiğim bizim kısabacak Şubatın en tatlı günü.
Nerdeyse bir yıla yakın bir sürede sana kimbilir neler yazdım. Ben yazdıktan sonra zarfa koyup kapatıyorum ve tekrar okumuyorum neler yazdığımı. Böylesi daha iyi. Mektuplarıma editör edasıyla yaklaşmak istemiyorum. Onları yazıldığı anki samimiyette, kafa karışklığında, karmaşıklıkta ve tashihlerle dolu satırlarda bırakmak istiyorum.
Bir gün şu an nasıl bir neden olabileceğini bilmediğim bir nedenden ötürü mektuplarımı okumak istersem çok farklı bir deneyim yaşayacağımı biliyorum. İlginç olacak.
Evet.
Nasıl bitirmeliyim sence?



5n 1k’mı yapsam burda da? Bence işe yaramaz. En iyisi bir özet geçeyim.
Soğuk bir günde üstümdeki beyaz montumla eski han odasındaki dağınık masanda başladı tüm bunlar. Sen kimbilir ne düşünüyordun. Ben işsiz geçen günlerimin biran önce son bulmasını.
O odada başlayan günler su gibi akıp geçti. Sonra sen kendi ajansını kurdun. Muhteşem bir başarı elde ettin, reklam dünyasının dahi çocuğu oldun.
Sonra ben biraz eski işte kaldım sırf sen elemanlarımı transfer etti dedirtmemek için kendine.
Sonra günler geçti, fena sevdik birbirimizi. Feci sevdik hatta. İlk yürüyüş. İlk elele tutuşma. İlk öpüş.
Sonrasında ilk kavga ilk ayrılık. Tekrar bir araya gelmemiz. Tekrar ayrılmamız. Tekrar bir araya gelmemiz.
Ve nihayetinde senin beklenildiği gibi başlayan başka bir ilişkin. Ve benim bir daha dönmemek üzere gitmem. Sadece evden değil, herşeyden ve herkesten.
Sonra çok ama çok sancılı geçen uzun zamanlar. Ayrılığı beceremeyişimiz. Ayrılığı hazmedemeyişimiz.
Sonra tüm bunlar durgunlaştı. Durgun bir suda seken iki taş gibi, sektik sektik ve denizin en durgun yerine dalıverdik. Orada denizin en derininde sakinliği bulduk. Yalnızlığı.
İnsanoğlu gökyüzünü araştırmak için sarfettiği çabayı denizler için harcasa uzayda bulacaklarından çok daha ilginç dünyalar bulabilirdi. Denizlerin derinliklerinde muhteşem hayatlar var.
Ve yalnızlık var.



Okyanusların binlerce kilometre derinliklerinde bulunacak en büyük keşif tıpkı aşkın bize yaşattığı gibi bir yalnızlıktır.
Kapkaranlık ama huzurlu.
Güneşi, yağmuru, rüzgarı olmayan ama hayat dolu.
Aşk yalnızlığı, sesizliğin Yaratıcı tarafından bestelenmiş halidir. Öyle derindir, öyle şaşırtıcıdır, öyle muhteşemdirki onu anlamak için yalnızlığın mağrur ve muhteşem sahibi Yaratıcı gibi düşünmek ve hissetmek gerekir.
Kim aşkın derin acılarını çekip sonunda kendine huzur veren yalnızlığı bulmuş ise işte o bu evrende Allahın yoldaşıdır.
Şimdi bitmeyen bir huzurdayım.
Yaşadığım tüm günleri şükranla, minnetle anıyorum.
Aşkın, seni sevmenin beni bu kadar hırpalayacağını bilsem kesin baştan bu maceraya girmezdim. Ama şimdi tekrar tekrar savaşmaya ve yenilmeye hazırım. Yenilgilerimi biriktire biriktire hayatın ve aşkın yenmek ve yenilmek olmadığını, berabere kalmak olduğunu öğrendim.
Seninle berabereyiz artık. Sen beni ne kadar üzdünse bende seni o kadar üzmüşümdür mutlaka. Sen beni ne kadar özlemişsen ben de seni o kadar. Ne kadar kırdıksak birbirimizi eşitiz, ne kadar acı çektiksek eşitiz. Beraberliğimiz bizi ayrılıkla sınadı ve kazandık.
Evet kazandık.
Sevmek anamızın ak sütü kadar helal oldu bize. Düşe kalka vardığımız bu yolda bizi kimbilir neler bekliyor. Başka sevdalarımız olabilicek mi, başka ayrılıklarımız ya da başka berabere kalışmalarımız.
Yazmayı senin kadar hiç beceremedim. Kalem en çok sana yakışırdı hep. Kelimeleri sözlük anlarımın dışında pek kullanmazdım. Şimdi kullanıyorum. Sadece kelimeleri değil, hayatı da kendi anlamı dışında tanımladım kendime ve öyle yaşıyorum.
Tüm bunlar için sana kocaman bir teşekkür etmeliyim. Affediyor olmanın bağışlayıcı olmanın havasını atan bir sevgili değilim sana bunları yazarken, asla böyle anlama lütfen. Sadece bütün içtenliği ile ömründe gerçekten sevmiş ve sevilmiş olduğunu ruhunun tüm hücreleriyle anlayabilmiş bir  kadınım ben. Bunu anlamak kimi zaman beni akıl sağlığımdan etse bile nihayet aşkın asil ve en güzel çocuğu yalnızlık ile başbaşa kalabildim.
Bu huzurlu bir tepede, esen rüzgarın bir Zeki Müren şarkısı söylemesine benzer bir duygu. Hem dinlendirici hem şaşırtıcı.
Kimbilir kime yazdığın, belki de sana gönlünde yeni kıvılcımlar attıran bir yeni bir güzele yazdığın son şiirini gördüm nette. Kendine çok güzel bir web sayfası hazırlamışsın. Şaşırtıyorsun beni, bu tatlı satırlar kime acaba!

“Hadi gel sevgilim uçup gidelim buralardan,
Aşk bakışı bir dünya haritası çizelim kalbimize,
Kuzey kutbu bir yanağın olsun
Güney kutbu diğer yanağın,
Ekvotor çizgisi çekelim dudaklarımızla,
Denizlerimiz gözlerin olsun,
Rüzgarlarımız saçların,
Hadi gel sevgilim uçup gidelim buralardan,
Aşk bakışı bir dünya haritası çizelim kalbimize,
Seyyah eyleyelim aşkın paralel ve meridyenlerinde.”




Senin nerelerde seyyahlık yapacağını bilmiyorum ama ben bu aşk yalnızlığında mutlu ve mesudum. Hayatta ne kadar es geçtiğim güzellik varsa, hoşluk varsa, şimdi yakasından tutup ‘Hadi bakalım, düş önüme!’ diyorum. Sağolsunlar hiç biri beni kırmıyor.
Çivi çakarken çekiçle parmağına vurmuş birisinin acısı ile aşk acısı birbirine benzer. İlk anda çok acı verir. Sonrasında biraz daha az. Sonrasında ise çekiç görene dek hiç hatırlanmaz.
Sana çekiç demiyorum ama böyle bir durum bizimki. Hayatın sonuna kadar böylede kalacak. Zaman zaman hatırlayacağız bizi birbirimize hatırlatan bağlarımızla. Ama sonunda yüzümüzde bir gülümseme belirecek ve içimizde hiç bir yere gitmeye tenezzül etmeyecek bir duygumuz olacak.
Aşk yalnızlığı!
Bizim birbirimize armağan ettiğimiz yegane güzel şey.


27. Mektup

30 Aralık




Bir önceki mektubumda sana güzel haberlerimi anlatacağım deyip birincide kalmışım sonra farkettim. Devamını yazmaya da ancak vakit bulabildim. İşte ikincisi:
Hazırladığımız reklam dergisinin bağlı olduğu ajans yurtdışında çok satan bir çocuk dergisini Türkiye’ye getirdi. Dergi bir karakterin dergisi ve yerli kanallarımızda çizgi filmi bir süredir yayınlanıyordu. Yavaş yavaş kitlesi oluşunca dergisinin de iş yapacağını düşündüler. Güzel haber bu değil tabiki, editörü olarak seçildim. Nihayet sevdiğim bir işi gönlümce yapabileceğim. Hazırlıklarına başladık ve önümüzdeki ay ilk sayısı bayilerde olacak.


Yine güzel haberlerden bir tanesi nihayet araba alıyorum. Hep hayalimde olan Mini Couper’in yarısına yakın nakitini topladım, kalanı banka kredisi ile alıyorum. Pek banka, kredi işlerine bulaşmak istemesemde insanın hayalleri için bazen gözü kara olması gerekiyor. Bu senden öğrendiğim bir cesaret hapı.
Ayrıca kardeşim güzel bir iş buldu. Artık ayakları üzerine durmayı becerebiliyor. Onu çok sevdiğini biliyorum. Sen de duysaydın eminim çok sevinirdin.
Nihayet çok uzun bir aradan sonra pazarları sıcak mısır ekmekli ve taze kaymaklı kahvaltılara geri dönebildim. Senle yaptığımız o güzel kahvaltıları tekrarlamak bende acıları depreştiren bir durumken artık mısır ekmeğinin kokusunu alabiliyorum, kaymağın tadını...
Ara sıra seni haberlerini okuyorum. Facebook sayfandaki paylaşımlarına bakıyorum. Senin gittikçe daha içten yazabildiğini görüyorum. Daha sıcak işler yapıyorsun. Reklamların, slagonların yüreğe dokunan işler. Önceden şok eden, sarsan işler yapardın. Bu değişiminin nerden kaynaklandığını bilmiyorum. Belki de benim yaşadığım bu dönüşümün bir benzerini de sen yaşamışsındır.



Katılır mısın bilmem, ama sanki biz birbirimizi iyileştiren iki yaraydık.
Yaraların izi kalması kötü değildir, eğer sana iyileştiğini hatırlatıyorsa!


26. Mektup

19 Aralık



Kusura bakma bir süredir yazamıyorum. Nedeni güzel haberler. İhtiyacım olan güzel habeler. Bunları senle paylaşırsam kendimi daha da iyi hissedeceğim. Senin bunları hiç okumasan bilmesen bile, sanki sen okuyormuşcasına yazmak, sana kandimden bahsetmek o kadar güzel ki.
Güzel haberler demiştim, işte birincisi.
Bir Avrupa Birliği projesiyle Paris’e gittim. Türkiyeyi Avrupalı meslekdaşlarımıza anlatmak için bir sergi hazırladık. “Türkiyeli Gözüyle Türkiye” Benim daha önce sanat galarilerinde katolog hazırladığımı bilen Reklamcılar derneği serginin organizasyonunda benide görevlendirdi. Bende işin içinde Paris olunca tabiki kaçırmadın. 10 gün Türkiye hazırlığı sonra 10 gün Paris harika geldi bana.
Paris ve Eyfel’le yüzleşirken senin bana Eyfel’in posta merkezinden attığın kartın bir benzerini aradım. Bulabilsem kendime bir kart atacaktım Eyfel’den ama bulamadım. Sonra yağmurlu bir Eyfel manzarasından kendime kart attım. Karta da ‘Paris’e geldim ama malasef Ramazan’ı kaçırdım:)’ diye notumuda düştüm. Zira senin daha sonra Paris’ten yazdığın bir şiirini Facebook sayfanda yayınladığını görmüştüm. Ve orda ne kadar çok ikimizden birşeyler vardı:



“Hani bir şiir yazacaktın güzel kız bana,
Bir papatya gibi sevdiğini sevdiğini sevdiğini söyleyen durmadan,
Çatıdan çatıya atlayan bir kedi kadar arsız olacaktı kelimelerin,
Pijamasıyla namaza duracak kadar Allahla haşir neşir dedem gibi,
Adamım diyecekti nerdesin bu kadar zamandır.

Hani bir şarkı söyleyecektin bana güzel kız,
Ferdi Tayfur kadar titreyecekti sesimiz çeşmeye varamadan,
Yağmur yağacaktı ıslanacaktık hiç şemsiye aramadan,
Her dilde seni seviyorum diyecektik en çok gözlerin dilinde,
Dudakların, yanakların, karyolanın, yastığın, yorganın.

Hani Paris’e gelecektin güzel kız,
Eyfel’de iftar yapacaktık alarmını kurupta iphonumuzun,
Sonra bütün müzelerini gezecektik senin kadar güzeli geçmişmi tarihten diye,
Mona Lisa derler şimdi bu şiiri okuyanlar,
Gördüm ben ikinizi de, sen daha güzeldin, ederim ekmek çarpsın diye büyük yeminide.

Hani bana bir gülücük verecektin güzel kız,
Kara tahtada ‘Ali gel’ diyen öğretmenimiz kadar masum,
Sırf onun için adım Ali olsun isterdim, geleyim diye ona,
Lakin ‘badem’ general gibi dikilip duruyor adımın yanıbaşında.


Bana yazmadığın şiir için güzel kız,
Söylemediğin şarkı için güzel kız,
Gelmediğin Paris için güzel kız,
Vermediğin öpücük için güzel kız,
Şimdi soğan soyuyorum, anam ağladı diye tasvirim olsun bu âlemde.”



 
Ağlamak için soğan soğmaya ihtiyaç bırakmayan bir geçmişimiz oldu seninle. Ne zaman hatırlasam bazı günlerimi, ağlamak kendiliğinden gerçekleşen bir eylem oldu. Sanki gözyaşlarım alışkanlık yaptı ve ağlamayı refleks haline getirdim.
Sen ağlıyormusun hala! Eskiden siyah beyaz Türk filmlerinde gözlerin nemlenir, bazen yaşlar akıp giderdi. Sen utanır saklardın, gözlüğünü temizler gibi yapıp gözyaşlarınıda silerdin. Bir erkeğin ağladığını görmek ilginç bir deneyim kadın için. Erkekler ağlamaz dediklerinden değil erkeklerin müthiş egolarının yerle bir olduğunu görmekten.
Hala egon var mı?
Hala dediğim dedik, yaptığım yaptık mısın?
Yoksa sende eğilmeyi, hoşgörmeyi, yumaşayabilmeyi, alttan almayı öğrenebildin mi?
Senin için hayatının güzel olmasını istiyorum. Emin ol buna. Hatta senden daha fazla. Senin kendini düşünmediğin kadar ben seni düşündüm bu hayatta. Ayrıldıktan sen başka kadınların olduktan sonra bile. İlk kızgınlık günlerimi saymazsak hep bir şefkat vardı, hep bir merhamet vardı seni hatırlayışlarımda. Şimdi ise bir arkadaşlık korumacılığı bir dostluk sahiplenmesi.
Nerden nereye geldik?



Sevmek tutkuyla başlayıp merhametle devam edip arkadaşlıkta sonlanan bir yolculuktur. Eğerki gerçekten sevmeyi becerebilsek...


25. Mektup